kimiz ki biz?

Bizler, aslında sizlerden biriyiz. Hepimiz kendi hayat hikayemizin kahramanlarıyız. Başrolde kalabilmek için elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. Hepimiz birer abanoz ağacıyız. Kökleri toprağa sımsıkı sarılmış, masmavi gökyüzüne dallarını uzatmış birer hayat ağacıyız. Bu hayat ağacı ormanında sizlerinde daima gökyüzüne uzanan şanslı ağaçlar olmanızı dileriz.

söz uçar, yazı kalır

Yeryüzündeki her ağacın bir hikayesi vardır. Bu blogda yer alan her abanozunda öyle.. Abanozlar kendi hayat hikayelerini yazarlar. Kök saldığımızı sandığımız bu güzel ormandan ayrılmadan önce, ruhumuzu verdiğimiz her bir abanoz ağacının anlatacak çok hikayesi olacak. Bizi takip etmeye devam edin.

KADIN BEYNİ

Şimdi… Hani biz burada kadın kadına yaşadıklarımızı, yaşayamadıklarımızı, içinde bulunduğumuz duyguları, çocuklarımızı, komşularımızı… vs. kısacası içimizi dökmek için buradayız. Bunları neden ve ne amaçla yapıyoruz? Ben bu konuya bilimsel bir açıklama getirmek için de bu paylaşımı yapmak istiyorumJ.

Tabi ki niyetim bu değil. Bir biliminsanı falan da değilim açıkcası. Sadece bir kitap okudum ve onu sizlerle paylaşmak istedim. Hepsi bu…

“Kadın Beyni”. Yazarı Louann BRIZENDINE. Nöropsikoloji profesörü olan bir kadının kaleminden çıkmış, biz kadınları derinlemesine inceleyen bir kitap.

Sadece kadınlar değil. Yeni doğmuş kız çocuklarından başlayarak, genç kızlık dönemi, yetişkin kadınlık, anne beyni ve olgunluk dönemini anlatan, kadın hayatını 5 bölüme ayıran bir çalışma.

Özünde yapılan davranışlar ve sebepleri çok güzel akıcı bir dille anlatılmış. Açıkcası kadınları anlamaktan şikayet eden erkeklere, şiddetle tavsiye ederim.

Erkek ve kadın beyninin farklılıkları anne karnından başlamakta. İlk 8 haftaya kadar her şey normal ve eşit. Fakat 8. hafta itibariyle kız çocuklarına saldırmaya başlayan muhteşem östrojen hormonu sayesinde bu farklılık (tabiî ki erkeklerde de testosteron saldırısı) oluşmaya başlıyor. İletişim konusunda ayırt edici bir özelliğe sahip olan bu hormon, erkeklerde (cenin durumundayken) testosteron vasıtasıyla yok ediliyor. Bu hormon bizlerin hayat boyu davranışlarımızı belirleyen önemli bir unsur.

Kızlar doğumları itibariyle iletişim, duyguları hissetme (altıncı his de diyebiliyoruz), mimikleri okuma, ses tonundan duyguları anlayabilme kapasitelerine bu hormon sayesinde sahip oluyorlar. Yapılan araştırmalar neticesinde 1 yaşındaki bir kız çocuğu, kendisinden yaşça büyük bir kişinin yüz ifadelerinden onun nasıl bir duygu durumu içinde olabileceğini kavrayıp, onu yaşının gereğine göre, teselli edebiliyor.

Esas hormon saldırısı ergenlik dönemiyle birlikte başlıyor… Kız çocuklarında östrojenin tavan yaptığı yaşlar 10-12 olarak verilmiş. Bu durumda kadınlar duygulara ve iletişime odaklanıyorlar. Arkadaşlarla buluşmak, saatlerce süren telefon konuşmaları, okul tuvaletinde bitmeyen sohbetler… vs. Hem de bu durumdan alınan zevk ciddi olarak çok fazla. Bende bir kız çocuğu sahibiyim ve durumla sıkça karşılaşacak gibi görünüyorum. Bunları anlamak ve ona göre davranmak gerçekten çok önemli.

Erkeklerin özgüveni başkalarından bağımsız olmayla açıklanırken, kadınların özgüveni kurulan yakın ilişkilerin sürdürülmesi, bunun kaybedilmemesi gerektiğiyle ilişkilendiriliyor.

Kızlar eğer doğru davranırlarsa, istediği karşılığı alabileceklerini düşünüyorlar. Bunun için de yüz ifadelerini okuma bilgisini kullanıyorlar. Yıllarca ifadesiz bir adamın yüzünden bir anlam çıkartıp ona kendini sevdirmeye çalışan kadınlar görmediniz mi hayatınızda? O kadar çok ki. Ama bir süre sonra istediğini alamayan kadın, kendisine daha fazla tepki ya da karşılık gösteren bir erkeğe gidiyor, bu da ayrı bir gerçek. Aynı şekilde yazar, babasından olumlu yüz ifadesi alamayan kız çocukları, kendilerini başka erkeklerin kollarına atarak teselli buluyorlar sonucunu çıkarıyor.

Ergenlik çağına gelen bir genç kızın davranışları da detaylı incelenmiş kitapta. Diyor ki; bir gece önce seni seviyorum diyen kızınız, ertesi gün senden nefret ediyorum diye bağırabilir. Burada başka hormonlarda devreye giriyor. Ama esas can alıcı nokta 4 haftalık, sağlıklı kadınların yaşadığı menstrual döngü. Bunun ilk 2 haftasında her şey yolunda, son iki haftası kabus (burada erkeklere acıyorum hakikaten anlaşılması zor, gitgelleri olan kişilikler sergiliyoruz ve maalesef bu her ay yaşanıyor). Tabi burada bahsettiğim kabus, uç noktalar. Bu konuda yaşanmış bir çok örnek var kitapta. Ama özetle ilk 2 hafta her şey normal giderken, son iki hafta (doğurganlık döneminin başladığı) diğer hormonlarla birleşen östrojen genç kızlarımızı çılgına çevirebiliyor, iletişim kurmada zorluk yaşanır hale getirebiliyor. Ama döngünün başına gelindiğinde sakin 2 haftalık süreç başlıyor. Bunlar hemen hepimizin kendinde ya da kızlarımızda yaşadığımız olaylar.

Bir cümleyi aynen yazmak istiyorum. “Çoğu kadın aylık döngülerinin 3. ve 4. haftasında öfkelendikleri durumlar için iki gün kuralını uygularlar. İki gün bekler ve hala aynı biçimde karşılık vermeyi düşünüp düşünmediğini kontrol eder.” Bu sanırım bizim kültürümüzdeki “10’a kadar say”a tekabül edebilir.

Kızlar erkekler gibi değil çatışma yaşamaktan kaçıyorlar. Onun yerine sağlam dedikodu yapıyorlarJ, tabi buradaki dedikodunun temeli iletişim. Kızların korkusu dışlanmak. Aslında bu erkeklerde de var ama kızlardaki biraz daha ağır basıyor. Çünkü kızlar ya da kadınlar bağlılık modunda yaratılıyorlar. Bu dışlanmanın gerçekleşmemesi için iletişimi sıkı tutmak zorundalar. Bu da konuşma kapasiteleriyle, iletişim yetenekleriyle doğrudan orantılı. Erkekler bu yaşlarda yalnız kalmayı, bilgisayar ya da top oynamayı seçerken kızların onlarla iletişim kurmak istemelerini algılayamıyorlar.

Bu yaşlarda kızları anlamak çok önemliymiş. İstenen sadece sabır ve kontrolü elden bırakmamak ve söylenen sözleri yapılan davranışları görmezden gelmek.

Gelelim biz yetişkin kadınlara….

Kadın beyni ilk çağlardan beri bir bağlanma bağlılık üzerine programlanmış. Kendini koruyabilecek, çocuklarına bakabilecek, çocuklarına gelebilecek zararlardan kendisini koruyabilecek bir erkek seçme üzerine programlanmış olan kadın beyni, çatışmadan kaçınır diyor yazar. Çatışma olduğunda ilişkiyi kaybedeceğimizden korkup, kaçınma mekanizmasını devreye soktuğumuzu söylüyor. Bura da anne olmuş, evinde çocuklarıyla haşır neşir olan, çocuklarının zarar görmemesi açısından, düzgün gitmeyen bir evliliğe susarak katlanan bir kadın hayal edin. Çok da zor değil aslında. Günümüzde çokça karşılaşıyoruz bu tip olaylarla. İlkel çağlardan beri bilinçaltımıza yerleşmiş, çocukları koruma içgüdüsüyle bu tip bir ilişki yıllar boyu çocuklara ve bağlılığa zarar vermemek adına sürdürülebiliyor. Ancak çocukların evden ayrılma zamanları geldiğinde, ki bu dönem kadının olgunluk beyni dönemine denk gelirse, erkekler ne olup bittiğini anlayamıyorlar. Çünkü kadın artık isyan bayrağını kaldırıyor ve kendim için varım, koruyacak kollayacak (küçük çocuklardan bahsediyor yazar) çocuğum olmadığı için hayatıma kendim için devam ediyorum deyip, yıllar süren evliliğini bitirme noktasına gelebiliyor.

Aslında genç kızlık döneminden çok fazla bir farkı yok. Yazarın tabiriyle, genç kızken kafamıza sokulan bir sürü uzatma kablosunu, bu dönemde hangi uçlarla birleştirebileceğimizi öğrenmiş oluyoruz (ben bu ifadeyi çok beğendim). Kadınlar gerçek dünyayı masal dünyasından ayırmayı erkeklerden daha çabuk öğreniyorlar. Ses tonu, bakışlar ve yüz ifadelerindeki duygusal nüansları okuma, kadınlar için, yetişkinlik döneminde iyice gelişmiş oluyor.

Eş seçmedeki kriterlerde çok güzel anlatılmış. Bilinçaltı ön planda bu konuda. Kadınlar kendilerini ve çocuklarını koruyup kollayacak erkek ararken, erkeklerde doğurgan kadın ararlarmış ve burada ince bir bel ve yuvarlak hatlar erkeklerde bilinç altında kabul gören bir konu imiş. Ama tabiî ki sadece bu fiziksel özellikler değil seçimi seçim yapan, bunların bilinçaltında yer alması bana ilginç geldi.

Yakışıklı erkeklerde bizim bilinçaltımızdaki seçimleri etkiliyor, tercihlerimiz bu yönde imiş. Ancak yazar bu konuda uyarıda bulunuyor. Yakışıklı erkeklerin aldatma oranları yüksekmiş. Aman dikkat…

Kadınlar üçüncü kişiye kızdıklarında öncelikle iletişimde bulundukları kişilerle paylaşma eğiliminde olurlar, diyor yazar. Kitabı okudukça “aaaaa evet gerçekten bende böyle yapıyorum” dedim. Kadın mıyım neyim anlamadım kiJ)))

Kadınlar erkeklerin yalanlarını, abartılarını bu yüz ifadelerini okuma ile çok rahatlıkla ayır edebiliyorlar. Partnerinin dışarıda bir ilişki yaşadığını ya da flört bile etse bunun hemen bizler tarafından anlaşılacağı konusunda yazar çok emin. Gerçekten de öyle olmuyor mu? Erkekler dikkat edin derim. Yaptığınız her adımdan heberimiz var. Nasıl mı? Biz ses tonu ve mimik okuma konusunda bizlere bahşedilen östrojene sahibiz!!! Sadece bu konuda değil bu hormon sayesinde kadınlar, potansiyel tehlikelere karşıda kendilerini hazırlayabiliyorlar. Erkekler bu konuda zayıflar. Ama sorun çözme konusunda kadınlara göre daha hızlılar. Bu da tartışılacak ayrı bir konu…

Bir de anne beyni var. Bu tamamen farklı, koruma ve kollamaya dayalı bir dönem. Burada erkekten destek alan kadın için süreç muhteşem ilerliyor. Anne olanlarımız biler, asla eskisi gibi olamayız. Yazar bu konuyada çok ince detaylarla değinmiş. Hamilelikle başlayan doğumla devam eden süreçte hormonların işleyişi ve bunların biz kadınlar üzerindeki etkileri inanılmaz. Bebeğiyle aşk yaşayıp, kocasını kızdıran kadın çokmuş meğerseJ))

Açıkcası bende hep şunu düşünmüşümdür. Bir kadın doğum yaptıktan sonra özelliklede erkek çocuk doğurduysa, kocalarına karşı 1-0 maç kazanmış gibi hareket ederler. Bu bir üstünlük vesilesi olur ve evlenirken ya da flört dönemlerinde yaşanılan o keyifli anlar unutulur, kocalara tabiri caiz ise kök söktürülür. Bunu yapan kadınlar var maalesef yaşamda. Detay bilgi için kitabı tavsiye ediyorum.

Gelelim olgun beyne….

Bence filmin koptuğu dönemJ. Biz kadınlar hep 40 yaşın farkından bahsederiz bir araya geldiğimizde. İşte neyi isteyip neyi istemediğimizi anladığımız, kendimizin farkına vardığımız bir dönemdir bu yaş. Aslında kadını kadın yapan östrojenin vücuttan yavaş yavaş çekilmeye başladığı ya da başlayacağı tarihler bunlar. Yani menapoz dönemi. Ama bu 40’lı yaşların hemen başında olmuyor tabiî ki. Bu bir süreç. Ortalama menapoz yaşı 51,5 olarak verilmiş. Ama ne olursa olsun, kişinin vücudu ön planda. Yani ortalamadan daha erken yaşta bu dönemle muhatap olan var, geç de… Bu kadının genleriyle de alakalı mutlaka. Hormon takviyesi gerekli mi değil mi? Hormon almalı mıyız, almamalı mıyız? Adetten kesilmeye başladığımızda mı, yoksa sonra mı almalıyız, konularına detaylı açıklamalar getirilmiş. Hepimizin yaşayacağı bir döneme ışık tutan yorumlar var.

Kitapta hoşuma giden bir nokta da özellikle kız çocuk yetiştiren anneler için. Kız çocukları genellikle annelerine benziyorlarmış. Açıkcası bizlerde bunu çok sık kullanırız, “gittikçe annene benziyorsun” sözü yaygındır. Bu meğerse bizim genlerimizle ve daha çok yetiştirilme tarzımızla alakalıymış. Bir kadın annesinden gördüğü eğitimi kızına aktarıyormuş. Dolayısıyla da anneden kıza geçen bir durum söz konusu. Ama dünyada milyarlarca anne adayı var. Doğal olarak da arada bozulmalar kırılmalar olabiliyor. Bunlarda aktarılarak gidiyor. Evinde, çocuklarına düşkün iyi bir anneanne düşünelim. Bu kişinin kızı çevresel faktörler yada genlerinden gelen farklılıklar nedeniyle tamamen farklı bir yapıda yetişebiliyor. Bu annenin çocuğunu eğer anneanne büyütürse iyi genler o kız çocuğu aracılığıyla bir sonraki nesile aktarılabiliyor. Ancak annesi yetiştirise işte kırılmalar orada başlıyor.

Kitapla ilgili kısa bir özet çıkartmaya çalıştım. Kitap okuyan bir insanım. Açıkcası uzun zamandır beni bu kadar etkileyen bir kitaba denk gelmemiştim. Çok faydalı ve kullanabileceğimiz bilgiler var.

İnternetten bir araştırma yapınca da aynı yazarın bir kitabını daha buldum. “Erkek Beyni” ve şu anda onu okuyorum. Bitirdiğimde buluşmak üzere…

0 yorum:

Yorum Gönder



 

Haberler