kimiz ki biz?

Bizler, aslında sizlerden biriyiz. Hepimiz kendi hayat hikayemizin kahramanlarıyız. Başrolde kalabilmek için elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. Hepimiz birer abanoz ağacıyız. Kökleri toprağa sımsıkı sarılmış, masmavi gökyüzüne dallarını uzatmış birer hayat ağacıyız. Bu hayat ağacı ormanında sizlerinde daima gökyüzüne uzanan şanslı ağaçlar olmanızı dileriz.

söz uçar, yazı kalır

Yeryüzündeki her ağacın bir hikayesi vardır. Bu blogda yer alan her abanozunda öyle.. Abanozlar kendi hayat hikayelerini yazarlar. Kök saldığımızı sandığımız bu güzel ormandan ayrılmadan önce, ruhumuzu verdiğimiz her bir abanoz ağacının anlatacak çok hikayesi olacak. Bizi takip etmeye devam edin.

Bir Kızıl Gonca'ya Benzer Hayat

Aylardır girilmeyen odanın kapısını açmak üzere elini uzattığında kalbi yerinden çıkmak üzereydi. Delikanlı dün öğleden sonra aramış ve Gonca’sının biricik kızının günlüğünü ödünç alıp alamayacağını sormuştu. Aslında ondan geriye kalanları öylesine hapsetmişti ki bu odaya hiç birinin dışarı çıkmasını istemiyordu. Kapıyı açtığında bilincinin reddettiği tüm anılar evin dört bir yanına saçılacak, Gonca’nın neşeli kahahaları yeniden evi dolduracak gibiydi. Tam 6 ay geçmişti üzerinden, altı asır gibi geçen altı ay…


Tanıyordu delikanlıyı birkaç kez Gonca’yı almak için kapıya geldiğinde tanışmışlardı. Gözlüklü, esmer, temiz yüzlü bir çocuktu. Telefonda sesi titriyordu konuşurken, ondan bir parçaya dokunmak istiyorum sadece, yaşadıklarımızın gerçek olduğuna inanmak istiyorum, geri getireceğim demişti yalvarırcasına. Doğru dürüst tanımadığı bu delikanlının acısını hisetmişti o da yüreğinde ama biricik kızının geriye kalanlarını vermeye de gönlü razı olmuyordu. 


Goncanın her gece yatmadan önce günlüğüne bir şeyler yazdığını biliyordu ama hiç okumamıştı yazılanları.. Kızının özeliydi onlar ve Goncası öylesine onundu ki zaten, yazdıklarında ondan gizli bir şeyler olamaz diye düşünüyordu. Ana kız arkadaş gibi olmuşlardı her zaman.. Ama dün o telefondan sonra içini garip bir kıskançlık kaplamıştı nedense.. Bu çocukla kendisine ait olmayan şeyler paylaşmıştı Gonca.. Saçmalıyorum biliyorum dedi kendine bütün gece, ama yine de sabaha kadar gözüne bir damla uyku girmedi ve sonunda günlüğü delikanlıya vermeye karar verdi. Akşamüstü uğrayacağını söylemişti çocuk ve günlüğü alabilirse çok mutlu olacağını..
Onu kaybettikten sonra bir ya da ikiden fazla girmemişti kızının odasına.. Her hafta gelen temizlikçi sadece tozları alıyor ve hiç bir şeyin yerini değiştirmemesi için sıkı sıkı tembihleniyordu. 


Kapının kolu her zamankinden daha soğuktu sanki, sanki ölüm bütün odayı doldurmuş gibi geldi bir an ve irkildi.. Çalan telefonun sesi ile o kadar çok korkmuştu ki, az kalsın düşecekti yeniden salona dönerken. Arayan kız kardeşi idi. Yarın için ona geleceğini söylüyor ve biraz dışarı çıkıp dolaşmaktan bahsediyordu. Kısa konuşup kapattı telefonu ve yeniden odanın kapısına yöneldi. Bu kez duraksamdan açtı kapıyı ve içeri bir adım attı. Çok düzenli bir odaydı kızı hayattayken asla olmadığı kadar düzenli.. Her zaman giysilerini etrafa dağıtır kitaplarını sanki düşmemek için zor duruyorlarmışçasına üst üste dizerdi kütüphanenin üzerine. 


Günlüğü hiç okumamış olsa da yerini biliyordu. Pembe yatak örtüsüne dokundu yavaşça ve yatağın üzerine oturup, hemen başucundaki komidinin çekmecesini açtı. Kapağında bir çift beyaz gülün olduğu defter Gonca’nın bıraktığı gibi duruyordu. Odanın genel tozunu alan temizlikçide dahil kimse çekmeceleri açıp bakmaya cesaret etmemişti o günden beri..


Defteri yavaşça eline alırken halının üzerine düşen fotoğrafa takıldı gözü. Gonca ve delikanlının bir fotoğrafıydı bu, gözlerinden mutluluk okunuyordu oğlan hafifçe omzuna yaslanmıştı Gonca’nın.. Eğilip resmi yerden aldı ve kızının üzerindeki mavi kazağı almaya gittikleri günü hatırladı. Doğum günüydü kendi beğendiği bir hediyesi olması için birlikte çarşıya çıkmışlardı. Bütün gün dolaşıp durduktan sonra Gonca bu mavi kazağı çok beğendiğini söylemiş annesinin beğendiği bir diğerine aldırmadan kazağı alıp kasaya yürümüştü bile. Kafasını koyduğunu yapardı Gonca, her zaman inatçı bir çocuk olmuştu zaten. Bebekken bile asla ona söyleneni dinlemez, kendi istediğinin olması için avazı çıktığı kadar bağırırdı.


Günlüğün rastgele bir sayfasını açtı sayfanın kenarına bir çiçek çizilmişti. Belli ki mutlu olduğu bir gün yazmıştı bunları. Yazı çok değil yarım sayfadan biraz uzundu. Okumak istedi ama gözlerinde biriken yaşlarla boğazına düğümlenen yumruk öylesine ağır geldi ki birden, elinde günlükle yatağın kenarından kalkıp odadan çıktı. Günlüğü delikanlı geldiğinden verilmek üzere vestiyere bıraktı ve yemek hazırlamak üzere mutfağa yöneldi. Hala hayatta olan ve ondan destek bekleyen bir oğlu ve kocası vardı.


“13 Aralık 2005
Bir şeyin yerine yenisini koymak gibi mi bilmiyorum. Hiç bir şeyin dolduramayacağı boşluklar var oysa içimde. Uzansalar sonunu bulamayacakları bir boşluk olurum demiştim bir keresinde, doğruymuş. Bir şeyler yazmak istiyorum, biliyorum kalemden dökülecekler var kağıda yine. Ama beynimin içindeki bu sinsi ağrı bırakmıyor ki yazayım. Düşüncelerimde dolaşan bir çift göz olduğun sürece sensizikten bahsetmek isyan etmek olur biliyorum. Senli sensizliklere alışmaya çalışıyorum sanırım şimdi. Kalemimin ucundan önce sana ulaşıyor düşüncelerim. Belki yazmaya bile gerek yok bu yüzden. Belki sen sadece yazdıklarımı okuyarak tekrar ediyorsun. Birlikte mi somutlaştırıyoruz kelimeleri bilemiyorum. Bir düşünce denizinden sahile vuranlar mı yazdıklarım. Birbirinden bağımsız uçuşup duruyorlar kafamada, konacak bir dal bulamayan kuşlar misali. Belki bir ucundan yakalasam getireceğim gerisini ama, isteğime inat direniyorlar bu gece. 

Akması gerekenlerin zamanı değil belkide. Söyleyeceklerimin sırası gelmedi. Oysa biliyorum yazmam gerektiğini, o kendiliğinden gelenlere geçiş olmuyor bu gece, bırak ellerime sarılma gece, içimden gelenleri şiir şiir yazayım yazabildiğimce. Belli belirsiz bir sima var şimdi aklımda. Neden oldu diye sormuyorum, beklemeyi mi öğrendim bilmem. Yok bu gece olmayacak anladım.”

“30 Aralık 2005
Yeniden merhaba hayat, kimbilir kaçıncı perde olacak bu seninle birlikte açtığımız.Her defasında yenilenen hislerim ve büyüyen benliğimle sonsuzluğa yolculuğumuz devam ediyor yine kaldığı yerden. Yüreğimin geride bıraktıkları daha dallarının arasından burasından sallanıp duruyor olsalarda, ruhuma bir ağırlıkları yok artık. Kendi ağırlıklarınca taşıyabilirler ancak ve ne kadar dayanabilirlerse bırak sallansınlar. Düşecekler nasılsa..


Yine yelken açıyoruz yeni maceralara, eskilerin hesaplarını kapattık çoktan, Ne bir borç, ne takas edilecek bir şey kalmadı geriye. Giderek hafifleyen yüklerimizle artık eskisinden daha hızlı devam edebiliriz yola.

Bırak üstümden başımdan sarkan eski düşleri, dikenli yollardan geçeceğiz yine bir yerlerde takılıp onlarda düşer nasılsa. Ne dönüp toplamak istiyorum onları, ne de tekrarlamak. Önümde yepyeni bir yol var artık. Gizlediğin her ödül için hazırım yine, düşe kalka da olsa birlikte geldik buralara, şimdiye kadar hiç kalkamadığım olmadı düştüğüm karanlıklardan. Bundan sonra da korkmuyorum bu yollardan artık. Öğrendiklerim ve öğreneceklerimle büyümeye devam edeceğim seninle bu yolculukta.”


“25 Ocak 2006
Beklemeye hazırlandığımda, hızlanıyor hayat, sabrımın tükendiğinde ise yavaşlıyor. Bazen ruhum bedenime, bedenim ruhuma yetişemiyor bu yüzden. Olmayacakların olmasına sevinirken, düş kırıklıklarının en büyüğü ile karşılıyor beni hayat. Hiç beklemediklerimin ağırlığını taşıyamıyor ruhum işte o zaman.

Hayallere dalmak istediğimde günlük koşturmalar bitmez oluyor da, başım yastığa değdiği zaman kuracaklarım uykuya yenik düşüyor. Yüreğimin rüzgarına kapılıyor beynim, kendini unutuyorki tam bir tokat gibi gerçek duvarına çarpıp yüreğimi küstürüyor.”


Saat gece yarısına varmak üzereydi, delikanlı öğlen arayıp bu gün uğrayamayacağını ama yarın akşam üstü mutlaka geleceğini söylüyordu. Günlüğü alabileceğine öyle sevinmişti ki kendini tutamayıp telefonda ağlamıştı. Akşam yemeğinden sonra oğlu bilgisayarının başına, kocası da televizyonun karşısına geçince, vestiyerde duran günlüğe uzanmıştı eli bilinçsizce, oturma odasına geçip her zaman kitap okuduğu koltuğuna oturdu ve rastgele bir sayfa açıp okumaya başladı. “...gerçek duvarına çarpıp yüreğimi küstürüyor” demişti kızı, içini acıtmıştı bu söz.. Çarpmak.. ve hayata veda etmek. Devam edip edemeyeceğini düşündü bir süre henüz başlamıştı oysa okumaya, kızının gülen yüzü geldi gözünün önüne ve yeniden açtı günlüğü kaldığı yerden devam etti okumaya.


“Ellerimin uzanmak istediği yerlere yetki vermiyor hayat henüz. Zamanı gelmeden yaşamak istediklerim, kavanoza kapatılmış ateş böcekleri gibi çırpınıyor içimde, tam çıkışı bulacakken vurduğu dubarlardan yorgun düşüyor çaresizce.

Yüreğimin sorduğu soruların cevabı olsaydı beynimde belki gözlerim kapandığında hayallerime uzanabilirdi ellerim. Yıktığımı sandığım duvarların yeniden örülmesine dayanamıyor ruhum, ağırlaşıyor öyle ağırlaşıyor ki bedenime yük geliyor artık. “


“28 Ocak 2006
Görünüşündeki sertlikle yüreğindeki yumuşaklığı örtbas etmeye çalışan birini tanıyorum. Saklanmaya çalıştığı camların arkasından öyle güzel bakıyor ki gözleri, umut vaadetmek geliyor içimden onun için. Beceriksice yapılmış jestlerini, kristal dükkanındaki bir fil sakarlığıyla kırıp dökmese birde. Çoktan istediğini alacak benden amai gel gelgelelim bildiklerimizi bilmediğinden bocalıyor.


Tam saflığına kaptırmış kendimi yavaş adımlarla yaklaşmasını seyrederken birden bire değişen ruh halindeki dalgalara maruz kalıyor yüreğim ve her biri bir tokat gibi inen bu dalgalanmalarla savruluyorum hayal kırıklıklarına doğru. 

Fazla daha fazlasına ihtiyacım olduğunda egom öyle planlar yaptırıyor ki beynime olmayacak düşleri gerçek sanıp, sonra da küçük öfke patlamaları yaşamama sebep oluyor. Oysa ne o biliyor ne hissettiğimi, ne de ne hisettiğini bildiğimi. Ne prangalarımı gevşetmek üzere olduğumu, ne de sınırsız sınırlarımı biliyor. Sorsa söyleyebileceklerimi sormadan söyleyememenin sancısını taşıyorum bu yüzden. Oysa ne o cesaret edebilir onları sormaya, ne de ben sormadan söylemeye.


Başka hayatlara teslim edilmiş ruhlarımızı kurtarma çabamızın bile benzer yollardan geçtiğini anlasa korkar belkide kimbilir. Esaretin sınırlarında dolaştığımı ve özgürlüğe bir adım kala kesişen yollarda yürüdüğümüzü bilse belkide ördüğü duvarların ardında kalmak istemez bile bilmiyorum.
Ne kadarını benim bile bilmediğim beynimde dolaşanlarla takılıp kalıyorum sadece. Anlamak mı anlatmak mı emin değilim istediğim. İşte tam zamanı dediğim anlar avuçlarımdan düşüp giderken. Hiç zamanı değilken vermeye çalıştıklarını reddetmek zorunda kalıyorum. 


Bazen elime yüzüme bulaşıyor hissettiklerim bu yüzden. Kendimi yokmuşum gibi hissetmeme neden oluyor. Oysa var olmanın her türlü kaygısını taşıyor yüreğim. Varolup da yok olmamaya çalışmanın çatışmaları bitmiyor hiç bir gün. Varolmak istediğim yerlerde olduğumu duymak istiyorum artık ama, bildiklerimi bilmeyenin ağzını bıçak açmıyor. Hep bir bekleme odasında çağrılmayı bekliyormuşum hissiyle yaşamak yoruyor bu yüzden beni.


İçeri girmeye hazır bir bekleyenle, içeri almayı çoktan göze almış bie evsahibi için daha ne engel olabilir ki açıklayamıyorum kendime.”


“1 Şubat 2006
İçimdeki her şeyi dışa vurabilseydim eğer gözlerindeki şaşkınlık ve korku ifadesini görmek isterdim. Bildiğim herşeyi bilseydin eğer belkide beklemezdin bu kadar gelmek için, belkide dönmemek üzere giderdin kim bilir?

Eninde ve sonundalar üzerine kafamdaki tüm kurgular. Bir benim bildiklerimi başkalarından saklayarak yaşamak benim gibi kendi bildiğini öğreterek, başkalarının bildiklerini öğrenerek büyüyen bir insan için oldukça zor bir durum. 


Şimdi bir hayatın içindeki acıyı hissediyorum yüreğimde, yapabileceklerimi bekletmek zorundayım, o başkasınınsa bundan haberi bile yok. Kıvranıyor ruhum onun ruhundaki yaraları sarıp sarmalamak için oysa, ne sesimle ne bir bakışımla bile izah edemeyecek pozisyondayım oysa. Hem bedeninden, hem ruhundan henüz uzakta durmak zorunda kaldığım bir hayatın acısını paylaşıyor yüreğim. 


Belki kimselere anlatamadığı, belki kimselere ağlayamadıklarını dinlemeye hazırım oysa ki. En ağırından biliyorum yaşadıkları, en zorundan.. Kendiyle savaşmasını bile izlemeye iznim yok oysa.. Ucundan bucağından yakalasam istediğini vereceğim oysa ona, keşke bilse.


Kendimin sırrını bile saklayamıyor demek ki bilincim bazen.. Söyleyemiyorsam öznesiz yazılar yazıp kendimi rahatlamaya çalışıyorum çünkü şu anda..Hayallerim yaşananların önünden gidiyor belki benim.. Meşhur kızılderili lafı vardır bilirsiniz “ Çok hızlı yaşıyoruz ruhlarımız arkada kalıyor”.. Oysa benim ruhum önden gidiyor ve bedenim geride kalıyor şimdi.. Bedenime geçirdiğim sözleri, ruhuma dinletmek zamanı şimdi benim için. 


Hisettiğim çok almak istediği bir şey için yeterli paraya sahip olduğunda dükkanın kapalı olduğunu anlayıp vitrinin önünde, o çok istediğine bir camın ardından bakan biri gibi şu anda.. Hisettiklerim tarif edemediğim zaman yoruyorlar beni, bu yüzden bir kelime kalıbına sığdırmak zorundayım üzgünüm.. Aslında sadece kendime yazıyorum bunları amacım paylaşmak değil. Hatta paylaşılacak en son şey belki şu an için.
Öyle ya da böyle kendimi bastırmak zorunda kalışımın dışavurumu bu yazı.. Söylemek istediklerimi haykırmamaya çalışmak, zamanı gelmeyenleri beklemeye uğraşmak. Oldum olası çok sabırlı olmamışımdır zaten.. Her şey hemen olsun bitsin isterim.. Tüketmek değil amacım oysa hayatımdaki güzellikleri ama nedense yüreğim bir ceviz kabugunun içinde sıkışıp olmasını istediğim her şey olana kadar bana işkence etmeye devam eder.. Belkide büyüttüğüm beklentilerim yüzünden sonunda istediğim olduğunda bir donukluk yaşıyorum. Hayal ettiğim sevincin yerinde bir boşluk oluyor.. Diyorum ya bedenim ruhuma yetişemiyor benim korkarım.. Yaşamadan, içimde yaşadıklarım yüzünden hayattan zevk alamaz oluyorum bazen.

Her neyse beklemeyi başarabiliyorum, benden götürüsü çok olsa bile, eninde sonundalar gerçekleşiyor nasılsa.. Bilinmezi beklemek zordur oysa ben bilineni bile beklemeye sabredemiyorum. Ne zor bazı insanların işi bu yüzden.. Bilmemen gerekenleri bilip de söyleyemeyenler ne yapıyor bilmiyorum. Kimler bu kişiler ne iş yaparları da söyleyemem şimdi size kusura bakmayın.. Bu gün söylememek zorundayım ve önce kendimi buna ikna etmem gerekiyor. İzlemek zorunda kaldığınız bir iç hesaplaşma sahneleniyor bu yazıda şimdi. 


Aslında en mahremde durmak şu an sizinki.. Konusunu bilmediğiniz bir filmi izliyor gibi olmalısınız bu yüzden. 


Bekleyeceğim ve göreceğim araya girecek zaman dilimini büyütmeyeceğim gözümde ve göz açıp kapayana kadar geçmesini dileyeceğim. Durabiliyor olanlara şaşırıyorum bu yüzden, niyetinin bu olmadığını bildiklerimin niyetlerini bu kadar kolay ve sabırla gizleyebilmelerini hayretle seyrediyorum. Asla olamadığım bir noktada duruyor onlar.”


“7 Şubat 2006
Yüksek sesle düşünmeye zorluyorken beni varlığın, yokluğunla susuturuyorsun yüreğimi. Çoktan düştün tuzaklarıma oysa biliyorum ama gelmemek icin direniyorsun. Nereye kadar soylesene...yarın daha az oburgun daha azını başaracağım ve sen sadece bekliyor olacaksin o zaman .. nereye kadar beklemeye elverecek yüreğin bilmiyorum ama madem beklemek istiyorsun o halde bekle ben seni tutmayayım. Bir uyanışa hazırlanıyorum sadece ama sen elimi tutup beni çekebilecekken bekliyorsun. Uyandırabilirdin oysa bilsen neler kacirisyorsun. Sen oyle istiyorsun madem o halde gec kalmişlıklarınla uğraşmakda sana kaliyor.“


“15 Şubat 2006
Söylenecekler bitmez bazen içimde, seslendirilen kelimelerin, seslendirilmeyenlerinden gün içinde başlayan anlatıların devamı gelir saatler sonra aklıma. Karşımda olmayanlarla konuşurum içimden, görüşmeler biteli çok zaman olsa da. Böyle zamanlarda akan düşünceleri dinleyicisizliğe inandırmak zor olur. “


21 Şubat 2006
Mucizelere inanırdım senden önce de, oldum olası içimde hissederdim varolduklarını ama nedense şahitliğim olmamıştı hiç birine. Yaşamın başlı başına bir mucize olduğunu anlamam için bu günlere gelmem gerekti demek.”


Kızının yaşadığı bu duygusal iniş çıkışlar derinden etkilemişti onu artık gözlerini yakmaya başlayan uykusuna rağmen okumaya devam etmek istiyordu, her şeyiyle kendisinin olduğunu sandığı kızının asla sahip olamadığı ve olamayacağı kendine ait bir duygu dünyası vardı. Şimdiye dek okuduğu sayfaların hiç birinde kendisine rastlayamamış olmanın hayal kırıklığını yaşadı bir süre.. Sonra hıçkırarak ağlarken buldu kendini, gözyaşları defterdeki yazıların üzerine damlamaya ve mürekkebi dağıtmaya başlamıştı. Birden günlüğü delikanlıya vereceğini hatırladı ve cebindeki mendili ile sayfaların üzerine bastırarak kurutmaya çalıştı. Kızına ait gözyaşları sanabilirdi bunları. Hoş sansa ne olurdu onuda bilmiyordu ama yinede kızının gözyaşları ile değil gülümsenerek hatırlanmasını tercih ederdi belkide.. İlk defa Gonca’nın kendi başına bağımsız bir insan olduğu gerçeğiyle yüzleşmişti bu kadar. Annesi olmanın verdiği haklarının ötesinde o da her insan gibi umutları olan, özgürlüğüne düşkün bir genç kızdı. Bunu şimdi anlamak elime ne geçirebilir ki diye düşünüp hıçkırmaya başladı ve sonunda günlüğü kapatıp vestiyere bıraktı yeniden. Hayır kimsenin özelini okumamalıydı belkide izni olmadan bu kızı bile olsa.
Ertesi gün önce kız kardeşi geldi. Ona dışarı çıkmak yerine evde oturmayı tercih edeceğini söyle

di ve bir kaç saat sonra da delikanlı geldi günlüğü almaya. Ama ona “Bunlar Gonca’nın özel dünyasına ait notlar ve onun izni olmadan senin okumana izin veremem. O da yaşasaydı böyle düşünürdü” dedi. Delikanlı ne diyeceğini bilemez halde kapıda kalakalmıştı. Özür dileyebildi ancak ve yavaşça merdivenlere doğru ilerleyip gözden kayboldu. 


İçeri girdiğinde kız kardeşi anlamaz gözlerle ona bakıyordu. Hiç bir açıklama yapmak istemiyordu. Gonca’nın bir arkadaşı sadece dedi ve boş bardakları alarak mutfağa yöneldi. Gözlerinden düşen iki damla yaşı kimsenin görmesini istemiyordu.

Misafir Yazar
Gülseren Kılınç

0 yorum:

Yorum Gönder



 

Haberler